Ülkemiz Tarım Sektörü ve Geliştirilebilecek Yönleri

İnsanoğlunun var oluşundan günümüze kadar tarım sektörü, üretim faaliyetleri ve toprak mülkiyeti açısından çeşitli evreler geçirmiştir. Avcılık ve toplayıcılık dönemi ile başlayan tarımsal faaliyetlerin yerini günümüzde, bilgi ve teknolojinin kullanıldığı uzmanlaşmış ve planlı tarım işletmeciliği almıştır.

Türkiye’de ilk tarım eğitim-öğretimi, 1846 yılında İstanbul-Yeşilköy’de bulunan Ayamama Çiftliği’nde, dönemin sadrazamı Büyük Reşit Paşa’nın emri ile, kurulan Ziraat Mektebi’nde başlamıştır. Cumhuriyet dönemi ile birlikte tarımsal eğitim konusuna ayrı bir önem verilmiştir. Ankara’da ilk Ziraat Fakültesi’nin 1948 yılında kurulmasından sonra, farklı üniversitelerde Ziraat Fakültesi, Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi gibi isimlerle eğitim ve öğretimlerini sürdürmektedir.

Tarım; ülke nüfusunun yaşamını sürdürebilmesi, milli gelire ve istihdama katkısı, diğer sektörlere hammadde ve sermaye sağlaması, ihracata doğrudan ve dolaylı olarak etkisi ve biyolojik çeşitlilik ile ekolojik dengeye olan katkısı nedeniyle tüm dünyada vazgeçilmez bir sektör niteliğindedir. Bu nedenle tarım sektörü, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarıyla, toplumun bütün kesimlerini yakından ilgilendirmektedir. Gelişmekte olan ülkeler, geleneksel ekonomik yapıdan daha modern bir ekonomik yapıya ulaşabilmek için büyük çaba içerisine girmektedir. Bu nedenle geçmişte tarıma dayalı ekonomilere sahip olan gelişmiş ülkeler önce tarım sektörüne ağırlık vererek tarım sektörünün gelişmesini sağlamış, daha sonra bu sektörden elde edilen kaynak birikimleri ile sanayileşmeye hız vermiştir.

Ekonomik büyüme ve kalkınma açısından taşıdığı stratejik önem nedeniyle her ülkede devlet tarafından desteklenen tarım, ülke nüfusunun beslenmesi, milli gelire ve istihdama katkı, sanayi sektörünün ham madde ihtiyacını karşılama, ihracata doğrudan ve dolaylı katkı vb. nedenlerden dolayı vazgeçilmez bir sektördür.

Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan Türkiye coğrafyası, iklim çeşitliliğinin sağladığı avantajla çok farklı tarımsal ürünün yetiştiği eşsiz bir bölgedir. Son yıllara kadar ülke insanının ihtiyaçlarını karşılamaya yeten tarımsal üretim, çevre coğrafyaların ihtiyaçları için dahi yeterli olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze, çoğunlukla tarımda kendine yeten bir ülke durumundaki Türkiye, son yıllarda kırılgan iç ekonomisi ve istikrarlı tarım politikaları üretmedeki sıkıntıları nedeniyle bu özelliğini kaybetme tehdidiyle karşı karşıyadır.

GÜÇLÜ YÖNLERİMİZ

Sahip olduğu biyoçeşitlilik ve iklimsel zenginlikle, dünyanın en büyük tohum bankalarından biri olma özelliğini taşıyan Türkiye, tarımsal ürün çeşitliliği bakımından güçlü bir konumdadır. Gerek tarla bitkileri, bahçe bitkileri gerekse hayvansal üretimde hem üreten hem de ihraç eden Türkiye pek çok üründe küresel tarım piyasasına etki edebilecek kapasitede olduğu bilinmektedir. Geniş, verimli ve farklı coğrafik yapısı ile topraklarının verimliliği göz önüne alındığında, önemli ürün gruplarında Türkiye’nin çok güçlü yönlerinin olduğu bilinen bir gerçektir.  Mercimek, patlıcan ve ıspanakta dördüncü, salatalıkta üçüncü, kayısıda birinci, zeytinyağında dördüncü, armutta beşinci, incirde birinci, şeftalide beşinci, elmada dördüncü, böğürtlende dördüncü, kirazda birinci, domateste dördüncü, ayvada birinci, karpuzda üçüncü, koyun sütünde birinci, çayda altıncı, fındıkta birinci, koyun etinde dördüncü, kestanede üçüncü, Antep fıstığında üçüncü, doğal balda üçüncü, arpada sekizinci, buğdayda on birinci ve yünde en fazla üretim yapan beşinci ülke konumundadır. Diğer birçok tarım ürününde de önemli düzeyde üretim yapan ve yapabilecek ülke konumundadır. Önümüzdeki yıllarda teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesi ile akıllı tarım uygulamaları ile ön plana çıkabilecek altyapıya sahiptir. Ülkemiz tarafından oluşturulacak olan tarım politikalarının Dünya konjonktürü dikkate alınarak yapılması çok büyük önem taşımaktadır.

2019 yılında toplam 20.5 milyon tona çıkarılan meyve, 31.08 milyon tona çıkarılan sebze ve 1.13 milyon tona erişen tohum üretimi, Türkiye’nin tarımda son yıllarda önemli bir yol aldığına işaret etmektedir. Organik tarımsal üretimin 2002’de 310 bin ton iken 2019’da 2 milyon tona çıkarılması da Türkiye’nin tarım alanında eski dönemlere kıyasla daha iyi bir konumda yer aldığını göstermektedir. Tarımsal desteklerin 2002’de 1.81 milyar TL’den 2019’da 10.4 milyar TL’ye çıkarılmış olması önem taşımaktadır. Buğday, arpa, yulaf, tritikale gibi buğdaygiller ve mercimek, nohut, fasulye gibi baklagillerin planlı üretimle daha verimli bir kapasiteye ulaşması için kamu ve özel sektörün doğru yönlendirilerek iş birliği içerisinde çalışmalarının sağlanması gerekmektedir. 2018 yılı rakamlarına göre buğdayda kendi kendine yeterli bir konumda bulunan Türkiye’nin, üretim kapasitesini akıllı tarım uygulamalarıyla artırması ve çiftçilerin eğitimine daha fazla kaynak aktarması elzemdir. Ayrıca yüksek miktarda buğday ithal eden Türkiye, elde edilen ürünü işleyerek dünyaya un olarak ihraç etmektedir. Bu sayede küresel un piyasasına hakim olan Türkiye, tarımsal ürünleri işleyerek katma değer haline getirebilmektedir. Arpa üretiminde dünyada sekizinci olan Türkiye’nin kendi tüketimini karşılayabilecek konuma ulaşması, kışa kurağa dayanıklı, yüksek verim ve kalite potansiyeline sahip yeni çeşitlerin ıslah edilerek üretime kazandırılması ile mümkün olacaktır. Ayrıca tarım sektöründe görülen istihdam zorluğu için gençlerin teşvik edilmesi, ani maliyet artışlarının önüne geçilmesi, üretici tüketici fiyatlarının birbirine yaklaştırılması ve markalaşmaya önem verilmesi gerekmektedir.

Verimlilik ve ürün çeşitliliği açısından güçlü bir konumda olan Türk tarımı önümüzdeki yıllarda sıçrama yapabilecek sektörlerin başında gelmektedir. Fakat diğer sektörlerde de görülen maliyet artışlarının verilecek desteklerle düşürülmesi önem taşımaktadır.

ZAYIF YÖNLERİMİZ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve daha sonra dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını milyarlarca insanı derinden etkilemiş ve etkilemektedir. İnsan hayatının vazgeçilmezi olan tarımsal üretim ise tüm sektörde olduğu gibi bu süreçte ciddi zarar görmektedir. Artan maliyetler karşısında karlılık düzeyinin düşmesi çiftçinin tarımsal faaliyetler konusunda karşılaştığı en temel problemi haline gelmiştir. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, ülke nüfusuna kesintisiz ürün tedarikini sağlayabilen nadir ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin salgınla mücadelesi diğer aktörlere kıyasla daha iyi bir gelişme göstermiştir. Kovid-19 sürecinin hala devam ettiği göz önüne alındığında, kendi kendine yeterli olabilen ülkelerin salgınla daha rahat mücadele edebilecekleri, diğer birçok ülkeyi ise ciddi sorunların beklediği aşikardır. Türkiye tarımsal üretimde elde ettiği çeşitlilik ve verimlilikle mevcut sorunları rahatlıkla atlatabilecek bir potansiyele sahiptir.

Devletin tarımsal destek noktasında köylüye ve çiftçiye sunduğu imkanlar önemli olmakla birlikte; yaşanan ekonomik krizlerin etkisi, mazot, gübre, elektrik, su gibi temel giderlerin yüksek maliyeti, bu desteğin etkilerini sınırlamaktadır. Ülke çapında gelişmiş modern tekniklere geçişte devletin öncü rol oynaması büyük önem arz etmektedir. Nitekim sulu tarımın ötesinde teknolojinin tüm olanaklarından yararlanılarak yapılan tarım, verimliliği ve ticarileşme potansiyelini arttıracaktır.

Tarım sektöründe günümüzdeki en somut sorunlardan biri ürünün üreticiden tüketiciye ulaştığı süreçte yani ürünlerin tarladan sofraya gidene kadar olan değer zincirindeki aktörlerin fazla sayıda olmasıdır. Tüccarlardan komisyonculara, sevkiyatçılardan perakendecilere kadar uzayan fazla sayıdaki aracının rolü ve katma değerleri tartışılmaktadır. Çiftçilerin tarımsal ürünlerini pazara sunma konusundaki rekabet güçlerinin zayıf kalması aracılar tarafından ürünlerinin daha düşük fiyatlarla alınıp daha yüksek fiyatlarla tüketiciye sunulmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda tarladan çıkan ürünün nihai tüketiciye ulaşıncaya kadar geçen safha üzerine yapılan bir çalışmada aracıların payının yüzde 45 seviyesinde olduğuna dikkat çekilmektedir. Gerek üretici gerekse tüketicinin aleyhine işleyen bu süreçte zaman zaman üreticiler maliyetlerin altından kalkamadıklarından dolayı mahsulü tarlada bırakmakta hatta tarımsal üretimden tamamen uzaklaşabilmektedir. Üreticilerin yeterli kazanç sağlayamadığı bu zincirde tüketiciler de nihai ürünü raflarda/tezgahlarda yüksek fiyatlardan satın almak mecburiyetinde bırakılmaktadır. Bu süreçte çiftçilerin desteklenmeleri, örgütlenmeleri ve güçlendirilmeleri yoluyla kooperatifleşmeleri teşvik edilmelidir. 

Tarım sektörünün Türkiye özelinde bir diğer sorunu da tarım topraklarının zaman içerisinde çeşitli nedenlerle parçalanmış ve bölünmüş olmasıdır. Toplulaştırma çalışmalarıyla tarımsal yapının iyileştirilmesi ve verimliliği artırıcı tedbirlerin uygulanması yerinde bir uygulama olup buna yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Bu çalışmalar sosyal altyapı ve kırsal kalkınma projeleriyle entegre bir şekilde desteklenmelidir. Tarım sektörüne yönelik politikalar çerçevesinde üretim miktarı, mülkiyet yapısı ve arazi büyüklükleri gibi konularda düzenli bir veri ve kayıt sisteminin oluşturulması gerektiği açıktır. 

Günümüzde artan nüfus ve şehirleşmeyle paralel bir şekilde tarımsal üretim büyümekte ve talep artışı yaşanmaktadır. Türkiye tarım sektörüne daha stratejik nitelikte hedefler düşünmeli ve tarımı ithalata karşı koruyabilmek amacıyla küresel şirketlerle rekabet edebilecek seviyede yerli üretimini güçlendirmelidir. Bu atılım hamlesiyle hem stratejik üretim hem de ürün çeşitlendirilmesinde yönlendirici bir devlet politikası ön plana çıkarılmalıdır. Türkiye mukayeseli üstünlükler açısından tarım sektöründe avantajlı bir konumdadır. Eğer üreticiyi destekleyecek ve ürünlerin verimliliğini artıracak doğru politikaları hayata geçirebilirse hem tarımsal ihracatın katma değerini arttıracak hem de ithalata olan girdi bağımlılığını da minimize edilebilecektir.

Bütün bunlara ilave olarak 2022’de yüksek girdi fiyatları nedeniyle üretimden kaçış, verim kayıpları, üretim düşüşü daha büyük oranlarda olabilecektir. Gübrede son 1 yıllık dönemde yüzde 150’yi aşan fiyat artışları çiftçinin kimyasal gübre kullanımını büyük oranda azaltabilecektir. Avrupa merkezli, dünyayı etkileyen doğal gaz krizi ve buna bağlı olarak gübrede yaşanan kriz sadece fiyat artışı değil gübrenin bulunmasını bile sorun haline getirebilecektir. Ülkemiz tarım politikası içerisinde en önemli konuların başında gübre üretim tesislerinin desteklenmesi gelmeli, organa mineral gübre üretim tesisleri ile gübre üretiminin % 50 millileştirilmesi son derece büyük önem taşımaktadır.

Tarımsal üretimde en önemli konulardan bir diğeri de tohumculuk sektörü ve tohumluk teminidir. Ülkemiz son yıllarda gerek kamu gerekse özel sektör çalışmaları neticesinde önemli atılımlar gerçekleştirmiş, tahıllardan baklagillere, sebzeden meyve fidanı teminine kadar önemli çalışmalar yürüterek kendine yeter konuma gelme noktasında aşamalar kat etmiştir. Ancak Dünyada tarımsal alanda gelişmiş ve tohumculuk sektöründe ön plana çıkmış ülkelerdeki gelişmeleri yakından takip etmeli ve gelecek stratejisini doğru belirleyerek sektörü geleceğe hazırlamalıyız. Tohumculukta, insan sağlığı bakımından önemli tartışmaların hala sürdüğü GDO teknolojisi hızla gelişmektedir. Bunun yanı sıra, çeltik gibi bazı bitki türlerinde CRISPR / Cas9 temelli genom düzenleme yöntemi oldukça etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Dünya, tarımsal üretimde kullanılmak üzere hızla bu teknolojiler aracılığı ile yeni çeşitlerin geliştirilmesi konusunda çalışmalarını yürütmektedir. Savunma sanayi kadar büyük önem taşıyan bu gelişmeleri, Ülkemiz milli bir politika olarak görmeli ve gelecekte oluşabilecek gıda savaşlarında bu teknolojiyi kullanabilecek altyapıyı oluşturmalıdır. 

Hayvancılık ve tarımsal ürün çeşitliliğinin giderek azaldığı günümüzde pek çok ülke sektörün daha güçlü bir şekilde muhafaza edilmesi adına tarımın önemli bir boyutu olarak gördükleri verimli ve sürdürülebilir gıda güvenliği hususunu desteklemektedir. Ulusal güvenlik meselesi olarak görülmesi ve bu doğrultuda stratejik politikaların üretilmesini gerektiren tarımda Türkiye’nin sahip olduğu ciddi bir karşılaştırmalı üstünlüğü bulunmaktadır.

Ülkemiz sulanabilen ve sulanamayan tarım arazileri ile büyük bir potansiyel taşımaktadır. Tarım arazilerinin sınıflarına göre planlama yapılarak, havza bazlı üretim desenine geçilmesi önem taşımaktadır. İlgili kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör iş birliği içerisinde yürütülecek olan çalışmalarla, toprak sınıfları yeniden belirlenmeli ve tür, çeşit düzeyinde adaptasyon çalışmaları ile çiftçi eğitimleri yapılarak üretim planlaması gerçekleştirilmelidir. Doğru ve ülkemiz tarımsal potansiyelini en iyi şekilde kullanabileceğimiz planlamalar yapılmadan gelecekte Dünyada söz sahibi olmamız düşünülemez.   

Değişen Dünya konjonktürü çerçevesinde Türkiye, tarımsal üretim planlamasını öncelikle akraba ülkeler ve komşularıyla birlikte yaklaşık 600 milyon nüfusu besleyebilecek şekilde yapmalıdır.  Güçlü bir savunma sanayine sahip olmamız ne kadar önemli ise, insanların beslenmesi için yeter düzeyde güvenli gıda temini, geleceğin Dünyasında rol alabilmek açısından son derece büyük önem taşımaktadır. 

 

 

Henüz Yorum Yapılmamış
Yorumunuzu Bırakın